23 Mart 2009 Pazartesi

Brother Philip

(Agos 23.05.2008)

Kudüs çarşısında dolaşırken gözüme ilişti. Soluk bir kartpostal, belli ki uzun süre beklemiş. Aziz Sava Manastırı imiş. “Bunu görmeliyiz,” dedim. “Gitmek zordur” dediler. Filistin tarafında, çölün gidilmez bir yerindeymiş. Sınırda arabamızı bırakıp Filistin plakalı taksiye geçmek gerekti. Taksici ısrarla vazgeçirmeye çalıştı, öyle bir yer yokmuş, varsa da gidilmezmiş, Betlehem’deki kilise daha güzelmiş vs. vs.

Çölde 15-20 km gittikten sonra dar bir vadiden aşağı inildi. Kedron Vadisi imiş, Kudüs’ten geliyor. Kutsal su. Manastırı 6. Yüzyılda Kayseri’den gelen Aziz Sava yapmış, Ortaçağ sonuna kadar bölük pörçük büyümüş, hepsi 10-15 bina. Nefes kesici bir bütünselliği var. Vadinin içinde, etrafı surla çevrili ve tamamen ıssız. Yanına kadar gelmeden görülmüyor. Kapıları vurduk, ses veren yok. Oysa içeride insan olduğu belli. Suyun karşı yakasına geçip bir ceviz ağacı altında piknik yaptık.

Ümidi kesip gitmek üzereyken birileri geldi, kapı açıldı. Ben girdim ama kadın giremezmiş, Müjde ile Mutlu dışarıda kaldılar. Pek misafir sever bir halleri yok. Brother Philip seni gezdirsin dediler. İngilizceyi Amerikan aksanıyla konuşan gençten bir rahip: uzun sakal, örgülü uzun saç, cübbesinin üstüne el örgüsü hırka giymiş. Kimsin, nesin diye sordum. Amerikalıymış, Rum veya Ortodoks da değilmiş, New Jersey’de otururmuş. Bir gün manastırın fotoğrafını görmüş ve “oraya gitmeliyim” diye düşünmüş. Bir hafta bile beklemeden, tek yön uçak biletini alıp buraya gelmiş. Kapıda iki gün bekletmişler. Sonra bir yıl deneme süresi vermişler. Bir yılın sonunda takdis edilmiş. Dört-beş senedir buradaymış. Yılda bir kez vizesini yenilemek için Kudüs’e gitmesi gerekiyormuş. Başkaca dışarıya çıkmamış.

Vaktini nasıl geçirirsin diye sordum. Günde unuttum kaç kez ibadet varmış, ayrıca ortalığı temizlermiş. Muhammed zamanında İslamın neden o kadar kolay ve hızlı yayıldığını anlamaya çalışıyormuş. Derhal derin sulara girildi. Kilisenin toplumdaki konumundan doğan bir sıkıntı olduğunu anlattım. Konstantinopl’a karşı şarkta doğan tepkiden söz ettim. Hak verdi. Kendisi olayı daha çok günah ve ceza boyutunda ele alma eğilimindeydi. Benim verdiğim sosyolojik açıklamaları bu dile çevirince sanki daha rahat anlayabiliyordu. Hayır, Runciman’ı okumamış. Gönderirsem çok memnun olacağını söyledi.

Çıktığımda hava kararmak üzereydi. Kızlardan epeyce sitem işittim. Tehlikeli görünümlü birkaç Filistinli genç, gün batımında çıkan çakallar gibi, etrafta dolaşmışlar.

Eve döndükten sonra Runciman’ın The Great Church in Captivity’sini bulup gönderdim. Eline geçmiş midir bilmem.

Hiç yorum yok: