(Agos 7.03.2008)
Welikada hapishanesi Türkiye’dekilerle kıyaslanmaz, feci bir yer. İlk gün normal tutuklu koğuşlarından birine verdiler. 20 x 50 metrelik beton bir hangar, yatak filan yok, tıklım tıklım insan dolu. Hepsi vıcık vıcık bitli, yarı çıplak kara adamlar. Çoğu hırsız, esrarkeş; Tamil gerillaları ayrı bir grup. Gece çok fazla birbirine değmemeye çalışarak çıplak beton üstüne kıvrılıp yatıyorsun. Gündüz toz toprak bir avlu, gölge yok, hava elli derece. Millet yeşermiş bir su birikintisine girip serinlemeye çalışıyor. Arasıra gardiyanlar belirip birini kan revan içinde kalıncaya kadar dövüyor.
Ertesi gün kendimi katiller koğuşuna aldırmayı başardım. Hapishanede katillerin yeri başkadır. Hırsız-uğursuz takımı gibi olmazlar, ağırbaşlı insanlar. Çoğu hayatlarında bir kere suç işlemiştir, ondan beri o suçu nasıl işlediklerini anlamaya çalışır. Uzun süre içeride oldukları için, kurulu bir düzenleri vardır. Ayrıca katiller koğuşu daha güvenli olur, kan davalarından çekindikleri için it uğursuz takımını pek içeri sokmazlar.
Koğuş başı Rafik, müslümanmış. Nerelisin dedi. Türkiye deyince yüzü parladı, “Are you Muslim?” diye sordu. Kem küm ettim. Arapça bilir misin dedi. Bilirim dedim. Bizim zamanımızdaki kopya kâğıtları gibi incecik rulo yapılmış Kuran ayetleri, yanında Tamilce açıklamaları ile, çıkardı. Oku dedi, okudum. Sarıldı, öptü. Mücevher tüccarıymış. 5 milyon dolarlık mücevherini gümrükte alıkoymuşlar, o da çekip gümrükçüleri vurmuş. Karısıyla kızı kendisini terketmişler. Beş seneden beri ziyaretçisi gelmemiş. Bana yere yaymam için temiz bir hasır, bir de giymem için sarong verdi. Pantolon çıktı, rahatladım. Yatmam için heladan uzak, güzelce bir yer gösterildi. Benden uzak durmaları için koğuşun belalıları uyarıldı. En büyük dileği bir Kuran’mış. Çıkacak olursam bir tane göndermeye söz verdim.
Sri Lanka’nın en ünlü mahkûmları da bu koğuştaymış. Devlet Demiryolları eski genel müdürü ile tanıştık. Hasır komşum safran rengi cübbesi içinde bütün gün gülümseyerek oturan bir budist rahibi idi. Sükûnetini nasıl koruduğunu sordum. Sükûnetini korumanın en büyük erdem olduğunu söyledi. Aklı terkedenin Buda’ya ulaşacağını, ondan sonra hapishanenin insanı rahatsız etmeyeceğini anlattı. Dambulla’daki kutsal bo ağacının altında sabaha kadar oturup ilahi dinlediğimizi anlattım. Gülümsedi.
Demiryolları müdürüyle İngilizce bilen iki mahkûma ohel öğrettim. Bir hafta boyunca durmadan ohel oynadık. Sonra ben tahliye edildim. İstanbul’a döndükten sonra Sahaflar’da cebe giren minyatür Kuran’lardan bir tane buldum, Rafik’e gönderdim.
Welikada hapishanesinde halâ ohel oynanıyor mudur diye merak ederim.