2000 Eylülünde Karadeniz cephesi karıştı. Önce Giresun belediye başkanı çıkıp Topal Osman’a laf edeni yaşatmayız mealinde bir şeyler söylemiş. Peşinden Bayburt’un yerel gazetesi birkaç gün üstüste sekiz sütun manşet geçmiş, “Küstah Ermeni Bayburt’a dil uzattı” diye. Kitapta “Bayburt’lu kadınlar tepeden tırnağa burka giyiyor, Afganistan gibi bir yer” demişim. Başyazılar zehir zemberek, tok evin aç itiymişiz, susturmayı bilirlermiş.
Trabzon Ticaret Odası ayaklanmış, kitabımın* toplatılmasını istemiş. Meğer “Trabzon’da nataşalar var” diyormuşum. Vali bey demeç verip “Trabzon’da nataşa yoktur” buyurmuş, ne de olsa vali, hakikatle bağı o kadar. Türsab başkanı Ulusoy, ki Trabzonludur, yayınevime yazı yazıp kitabı derhal toplatmazlarsa bilmemkaç yüz milyarlık işlerini iptal edeceğini bildirmiş.
Birtakım pespaye kanalların açık oturumlarında her gün adım geçmeye başladı. Neymiş? Atom Egoyan’ın Ararat filminin piyasaya çıktığı şu günlerde acaba yurdumuza karşı bir komplo muymuş? Hulki Cevizoğlu’nun programında aklıevvelin biri çıkıp Pontos bölgesinde Nişanyanların misyoner faaliyetlerinde bulunduğunu ifşa etmiş. Lazları kandırıp Ermeni yapıyormuşuz, zeğer.
Tehdit maillerinin bini bir para. Kesif bir lağım kokusu, adeta ekrandan taşıyor, ağzını burnunu dolduruyor.
*
Bunların hepsi dört-beş günde oldu. Televizyonlardan biri canlı yayına çağırdı. Ya herro ya merro deyip gittim. Allahtan formdaydım. Sırıtarak oturdum. “Bunların” dedim “okuma alışkanlığı yoktur, okusalar da anlamazlar, taşra matbuatının yavelerinden başka yazı görmemişlerdir, anlayışlı olmak lazım.” Trabzon Türsab temsilcisi yayına çıktı, ona nataşaları sordum. Vali bey eğer işlerinin çokluğundan dışarı çıkamıyorsa bir akşam memnuniyetle gezdiririm dedim. Efendim bölgede gayrımüslim nüfusun tasfiyesine 1913’te başlandı demişim. “E nedir bunda yanlış olan? Tarih mi yanlış? 1915 mi olacak? Daha mı önce? Daha mı sonra?” diye üstüne vardım. Ehem, yani, eee…
Ertesi akşam televizyona bunların piri sayılan eski bakanlardan birini çıkardılar. Yarım saat esip üfürmüş, bunlar Taşnak militanıdır, atalarımızın hoşgörüsü, ekmeğimizi yeyip, yabancı ajanı, falan filan. Telefonla bana bağlandılar. Kusura bakmayın bu saçmalıklara ayıracak vaktim yok, şu anda yemek yiyorum dedim, kapattım. Büsbütün kudurmuş, İlker Başbuğ gibi köpürmüş diye anlattılar, seyredenler.
Ne olduysa oldu, linç kampanyası tıss diye sönüverdi. Bayburt gazeteleri taşra hayatının daha rutin tezahürlerine geri döndüler, Bayburt milletvekili olan eski bakanın canlı yayında yediği lafı haber bile yapmadılar. Ertesi haftaya başka bir televizyon çağırmıştı, telefon edip iptal ettiler. Başaran Ulusoy aradı, barış çubuğu içmeye davet etti müthiş bir sevimlilikle. Tehdit mailleri de bıçakla kesilmiş gibi kesildi.
*
Ne sonuç çıkıyor? İki sonuç. Bir, bu işler organizedir. Kampanya tek elden yürütülmese, öyle pat diye kesilmezdi. İki, kampanyayı yönetenler ön planda gözükenlerden daha akıllı tipler. Çünkü benim tavrım ön plandaki aptalları çıldırtmaya yönelikti. Birileri işin çığırından çıkacağını gördü, dizginleri çekti.
Hayatta başıma bunun gibi üç linç kampanyası geldi. Öbür ikisini de anlatacağım. Her birinden çıkardığım dersler var. En önemlisi şu: Bu memlekette öyle güvercin tedirginliğiyle yaşamaya gelmez. Köpek gördün mü değnekle üstüne yürüyeceksin.
______________________
*Sevan Nişanyan, Meraklısı için Karadeniz, Boyut Y. 2000-2006.