(Agos 11.03.2009 & 18.03.2009)
İdeal eğitim mekânı nasıl olur? Ali Nesin’le yıllar boyu bunu konuştuk, denk geldikçe. Yaşam alanlarıyla ders alanı içiçe olmalı. Sessiz olmalı. Dünyadan kopuk olmalı. Ezici değil sevimli olmalı. Hocalarla öğrenciler bir arada yaşamalı. Mekân yönetimine öğrenciler bilfiil katılmalı. Ürpertici güzellikte köşeleri olmalı. On sene sonra geçecek mimari modalara kulak asmamalı. Küçük grupların toplanmasına uygun kuytu yerleri olmalı. Şehirde olmaz doğada olmalı. Ekmek fırını da olmalı. Bostan da olmalı.
En mükemmeli eski Anadolu medreseleridir dedik. Gittik beşyüz senelik medreseleri, onlarla aynı ruhu taşıyan eski İtalyan manastırlarını etüd ettik. Milet’teki İlyas Bey dergâhına aşık olduk. Taslaklar çizdik. Hoca evleri birinci avluda mı ikinci avluda mı olacak diye saatlerce didiştik.
Aziz Nesin bir Matematik Enstitüsü kurulmasını vasiyet etmiş, vakıf senedine de öyle yazmış, herhalde Ali Amerika’da kalmasın, Türkiye’ye dönsün diye düşünmüş. Ali’nin rüyası o. Benimki biraz farklı: hikâyesi olan şeyler yapmayı seviyorum. Bir de, gelip geçici olanın ötesinde bir Mutlak var mı? Erişilebilir mi? Onu merak ediyorum.
Yıllar geçti, ihtiyarlamaya yüz tuttuk. Hepsi lafta kalacak, hayata geçiremeyeceğiz diye hayıflandık.
İlham Doğu’dan gelir
2007 Nisanının ilk günlerinde Urfalı yaşlı bir yapı ustası Şirince’de yanıma geldi, iş istedi. Çok para istemezmiş, şantiyede yatarmış. Benim Kürtleri sevdiğimi duymuş, Selçuk’ta bunlara kimse iş vermiyormuş. Git amca dedim başımdan savdım.
O gece uykuya dalarken birden zınk diye kendime geldim: budur! Açtım telefonu Ali’ye, tamam başlıyoruz dedim. Bre dur, aman, ne oluyoruz? Şimdi başlamazsak bir daha olmaz dedim, biraz mantık, biraz mugalata, ikna ettim.
Bundan iki üç yıl önce Vakf’a gelir getirsin diye Ali Şirince’de bir ev almıştı. Satanlar onun yanında eşantiyon diye dağdaki on dönümlük zeytinliği de dayattılar. Mecburen alındı, bir işe yarayacağı yok ama olsun, öyle duruyor. İdeal enstitü yeri!
Oturduk hesap yaptık. Kaça malolur? Üçyüzbin lira diye kafadan attık. Elde ne var? Vakıf’tan ellibin çıkar, bilemedin yüzbin. Bende de bir ellibin var. Gerisi? Allah kerim, elbet bir yerden bulunur.
Çağırdım Urfalı amcayı. Nah şuraya bir istinat duvarı yapmaya başla sen hele dedim, gerisini düşünürüz. Proje? Lazım değil, eskiden proje mi vardı? Bir adet A4 kâğıdına bir şeyler çiziktirdim. Evler taş ve topraktan yapılacak, beşbin senedir yaptıkları gibi. Yan tarafta koca bir kaya kütlesi var, onun taşı yeter. Arazinin toprağı killi, çamur harcı için ideal. Demiryolları idaresinin söküp kilo hesabı sattığı eski traverslerden bin tane aldık mı ağaç işi de tamam.
Üç ayda yapılan köy
Harala gürele giriştik. Bizim Kürt ustalar birken üç, üçken beş, beşken yirmibeş oldu.Ta Muş’a, Şırnak’a kadar ünümüz yayıldı, torbasını kapan geldi. Tam üç ayda kırk yataklı dört koğuş, elli kişilik bir derslik, hamam usulü kubbeli iki banyo, kır kahvesi kılıklı bir sahra yemekhanesi, bir tane de amfi tamamlandı. On onbeş tane de çadır tedarik ettik, ne olur ne olmaz diye.
Ali’nin oniki seneden beri her yaz yaptığı bir matematik yaz okulu var. Önce Bilgi Üniversitesi bünyesinde başlamış, sonra namı yürümüş, her üniversiteden katılanlar oluyor. Her yaz başka bir yerde toplanıp birbuçuk ay sabah akşam matematik çalışıyorlar. Yurt dışından kerli ferli matematikçiler gelip ders veriyor. Denize girmek bile akıllarına gelmiyor. Not yok, para yok, iman gücüyle yürüyen bir acayip konsantrasyon kampı.
2007 yaz okuluna yetiştiririz diye karar verdik. Aklı başında adamlar gelip inşaatı geziyor, “güzel hayal ama yetişmez” deyip gülümsüyorlar. “Para lazım” diye gittik banka sahiplerinin, şirket kodamanlarının kapısını çaldık. Onlar da gülümsediler. Bunun üzerine Ali oturdu, onbin kişiye bir mail yazdı. Kimi bin lira, kimi on lira yolladı, bir ayda tam ikiyüzbin lira bağış birikti. Kağızman’ın köy okulundan “kusura bakmayın bu kadar verebiliyorum” diye özür dileyip maaşının yarısını gönderenler oldu. Dünyanın en ünlü matematikçilerinden biri İngiltere’den çıkardı ellibin lira gönderdi. Mermerciye büyük bir plaka yaptırıp para veren herkesin adını üstüne yazdırdık, duvara koyduk.
Bu arada mali müşavirimiz saçını başını yoluyor, “izinsiz bağış toplamak suçtur, hepimizi hapse atacaklar” diye. Kulak asmadık tabii.
15 Temmuz’da öğrenciler geldi. Sefil koşullarda Nesin Matematik Köyü’nün ilk yaz okulu başladı. Bir hafta sonra jandarma geldi, “hop birader burası Türkiye” diye kibarca anımsattı.
Gerçek dünyayla yüzleşmemiz ondan sonradır.
(Devamı haftaya)
Matematik Köyü Nasıl Kuruldu – II
(Geçen haftaki yazıda Sevan Nişanyan ve Ali Nesin Şirince’de bir Matematik Köyü kurmak için kolları sıvar.)
Altmış küsur üniversite öğrencisi geldi, yaz okulu başladı. Kokuyu alan gazeteciler de çok geçmeden damladı. İki gün sonra Sabah’la Star’da tam sayfa çıktık. Olay cazip, Türkiye’de benzeri yok: tamamen gönüllülük esası üzerinden işleyen bir akademik kamp, dünyaca ünlü profesörler katılyor.
Gazeteyi görünce bizim jandarma bölüğünün aklı başından uçmuş; adamlar kaçak köy yapıyor biz burada uyuyoruz diye dövünmüşler. Kamyon dolusu askerle geldiler, amfi ile hamamı mühürlediler, 48 saat da mühlet verdiler köyün boşaltılması için. Welcome to Turkey!
Öğrenciler panik içinde: bir kısmı bırakıp gitti, bir kısmı çadırda kalır devam ederiz havasına girdi. Sakin olun dedim, burası Türkiye, buluruz bir çözüm. Jandarmanın uyguladığı mühür teknik açıdan sakat bir işlem, öyle bir yetkileri yok. Savcılığa hitaben kurşun kalemle zehir zemberek bir dilekçe yazdım, bölük komutanının usulsüz işlemden şahsen cezalandırılmasını talep ettim. Sonra dilekçeyi alıp komutana gittim, bak sen efendi bir adama benziyorsun, bu dilekçeyi verdirme bana, yazık, diye izah ettim.
Devlet ricalinin böyle durumlarda ilk tepkisi kontrataktır. Altı saat toplantı yapmışlar, usulsüz mührü kaldırıp bu sefer “izinsiz eğitim kurumu işletmek”ten mühürlemeye karar vermişler. Ertesi gün yine bir kamyon asker geldi, mührü kaldırıp yeniden mühürlediler. Bu sefer medya tam ayaklandı. Radikal gazetesi, sağolsun, üç gün boyunca Matematik Köyünün kapatılmasını baş sayfadan sekiz sütuna manşet verdi.
Bir Rus matematikçimiz vardı, dünyaca ünlü biri. Tek kare fotoğraf çekmiş: arkada karatahta, üstünde feci karışık bir matematik problemi, önde de jandarmanın mührü. Bunu internete koydu. 24 saat içinde bütün dünya matematik alemi ayağa kalktı, yok artık olmaz böyle şey diye. Binlerce mail yağdı. Olay Devlet meselesi oldu. Başbakanlık devreye girdi. Birkaç gün sonra süklüm püklüm iki astsubay gönderdiler, mühürleri söktüler.
Arkalarından törenle teneke çaldırdım: maksat öğrencilerin morali yükselsin, kötü ruhlar kovulsun. Ali buna çok kızdı. Benden daha mülayimdir, barışa yatkındır.
Bürokratik bataklık
İşin bürokratik detayıyla sizi sıkmayacağım. Aslında olaydan aylar önce izin mizin için başvurmuşuz. Akılalmaz bir mevzuat batağına saplanıp kalmışız. İzin almak için önce yol lazım. Yol var paşa gibi, ama bunun seksen metrelik bir kısmı kadastro haritasında görünmüyor. O kısmı Orman idaresinden kiralamak için başvurmuşuz. Harita istemişler, yaptırmışız. Otuz-kırk tane evrak istemişler, temin etmişiz. Ankaralara gitmiş, gelmiş, gene gitmiş; bu sefer mevzuat değişti başka evrak isteriz demişler. Komşu parseli de satın almalısınız demişler, almışız. Yolu oradan geçiremeyiz kâğıt üzerinde başka yerden geçireceğiz demişler. Bu sefer teorik olarak yapacağımız yol için teorik olarak birkaç ağaç kesmek lazım, onun iznini almak için gene Ankaralara taşınmışız. Karşında bir sürü miskin adam, her biri topu başka bir kapıya atıyor. Bizde bir avukat, bir mali müşavir, bir iş takipçisi, neredeyse ful taym, kapı kapı dolaşıyor aylar boyu.
Ben uğraşamam, hayat kısa, izin filan almayalım dedim, Ali’yi ikna edemedim. İşin içinde Vakıf var, onu riske etmek istemiyor. Haklı. Ama yola çıkmışız bir kere, geri dönmek de olmaz.
Matematik Köyü meydan muharebesi
2007 yazı kazasız belasız bitti, öğrenciler gitti. Esas inşaat ondan sonra başlıyor. 2008’e 100 kişilik tam teşekküllü kampus yapmamız lazım.
Bölük komutanına gittim, teneke hadisesinden ötürü gönlünü aldım, gene başlıyoruz diye haber verdim. Yaptırmayız dedi. Görüşürüz dedim.
2007 Eylülünden 2008 Mayısına kadar yaklaşık 60 defa inşaatı jandarma bastı. Bizim Kürt ustaları toplayıp götürdüler, yeni usta tuttum. Onları götürdüler, başkasını buldum. Jandarma geldiğinde malayı elden bırakanı kovuyorum diye ilan ettim. Garibanlar zaten Doğu’dan alışıklar iki ateş arasında kalmaya, peki ağam dediler, çalıştılar.
Baktık sabah sekizde jandarma Selçuk çıkışına barikat kurup bizim işçileri geri çeviriyor, biz de altıda işbaşı yaparız dedik, gece karanlığında işe koyulduk. Sekiz-on gün ruhları bile duymadı.
Baktık olmuyor, stratejik tepelere iki gözcü yerleştirdik, yevmiyeli: jandarma göründüğünde sinyal veriyorlar, işçiler ormana kaçıyor. Astsubaylar geldi, dert yandılar, sizin yüzünüzden biz fırça yiyoruz diye. Onlara da acıdık, ama savaştır dedik, olur o kadar zayiat.
En komik olay da şu. Ankaradan üst düzey jandarma subayları gelmiş olay yerini incelemeye. Gözcüler sinyal verdi, işçiler kaçtı. Baktım gelenler birkaç tane sivil adam, çıktım karşıladım, yahu sizi jandarma zannettik adamlar kaçtı diye izah ettim. Kafa sallayıp kendilerini tanıttılar, albay, yarbay. Ne yapalım, güldük, çay kahve ikram ettik. Şantiyeyi gezdirdim. Hayran olup gittiler.
6 Haziran 2008’de Matematik Köyünü bitirip açılışa hazır hale getirdik. Bir kutu baklava alıp bölük komutanına gittim, centilmence mücadelesinden ötürü kutladım, senin yerinde ben olsam kopartırdım Nişanyan’ın kafasını diye empati yaptım, hatam olduysa affetmesini rica ettim, açılışa davet ettim.
Zirvede fikir ayrılığı
Ali’le aramızda biriken gerginlik açılış vesilesiyle kriz noktasına geldi. Benim fikrim, üç gün üç gece sürecek görkemli bir açılış yapmak. Selçuk eşrafını, devlet büyüklerini, basını çağırmak; Hüsnü’ye yahut Fazıl Say’a konser verdirmek. Ali “açılış yapılmayacak” diye kestirip attı. Burası bir bilim yuvasıymış, tanıtıma gerek yokmuş. Tabii esas hadise başka, Ali çatışmadan yorulmuş, daha fazla meydan okumak istemiyor. Ben ise onca mücadele vermişim, zaferin tadını çıkarma peşindeyim. Sert diyaloglar oldu.
Tam o günlerde canım zaten başka şeyden ötürü sıkkın. Çektim Etiyopya’ya gittim, Allahın kaybettiği bir dağ başında bin yıllık bir manastır buldum, birkaç gün orada kalıp kendi kendimle hesaplaştım.
Ali’le üç dört ay küs kaldık. Ama geride tam 32 yıllık arkadaşlık var. Hem yetmiş milyon içinde o kadar kaliteli bir deliyi bir daha nereden bulacaksın? Barıştık tabii.