Üç hafta süren ikinci askerliğimden dönüşte, soktum anahtarı Arnavutköy’deki evin kapısını açtım ki, içeride tanımadığım iki Amerikalı adam, dağlar gibi kâğıtlar, etrafa saçılmış binlerce dia, kesif puro dumanı, çalışıyorlar. Kimsiniz? Dedim. Sen kimsin? Dediler. Ayı gibi olanı Thomas Goltz’muş. Gabriele bunlara bir-iki gün çalışmaları için müsaade etmiş. Sonra kendisi dayanamayıp kaçmış. Kaldık mı başbaşa?
Türkiye hakkında derleme bir kitap hazırlıyorlarmış. Karadeniz bölgesi eksikmiş. Var mı yazacak tanıdığın dedi. Az buçuk bildiğimi söyledim. “Sit down and lay the shit out!” dedi, emir kipinde. Sabaha kadar da vakit verdi. Oturup yazdım, mecbur, güzel de oldu. Hayatta ilk yazdığım gezi yazısıdır. Yirmi yıl sürecek bir kariyerin başlangıcı oldu.
Wyoming’in en derin taşrasından gelmiş. New York’ta tiyatro okumuş. Afrika’nın en güney ucundan başlayıp, tek kişilik Shakespeare oyunları sahneleyerek, iki senede Mısır’a kadar yol almış. Sonra bir müddet Suriye’de oturmuş. Birkaç Amerikan gazetesinin muhabirliğini yapmış. Vize derdine üç ayda bir Adana’ya geldiğinde Hicran’la tanışmış. Ankara’ya yerleşmiş. Bana hep Cengiz Han’la Çörçil’in melezi hissini verdi. Feci bir aksanla boru gibi öterek Türkçe konuştuğunu sanırdı. Bedrettin Dalan’ın Özel Kalem müdiresini şap diye yanağından öpünce kadıncağız ağlamaklı olmuş, özür dilemek bana düşmüştü.
Beraber bir de Istanbul derlemesi yaptık. 12 tane birbirinden meşhur yazara yazı ısmarladık. Bir tane işe yarar yazı gelmeyince hepsini oturup bir haftada kendimiz yazdık. Sonra bir rehber kitap dizisi işine giriştik. Bir sene uğraşıp, birkaç kere birbirimizi boğazlama aşamasına geldikten sonra battık. O tempo ancak Amerikalılarda vardır: 12 saat fanatik bir hırsla iş üret, çözülmez cinsinden kırk tane problem çöz, sonra Bebek Bar’da bir şişe viski, sonra gene sabaha kadar aynı manyak çalışma hızı…
Üst düzey emniyet kadrolarıyla insanı işkillendirecek ölçüde sıkı fıkıydı. Kim bilir neden İran sınır boylarını pek sever, günlerce Van’a takılır, sonra acayip birtakım nakliyeci tiplere bürosunda emirler yağdırırdı. Günahı kuşkucuların boynuna. 89’da bir de baktık ki Azerbaycan’a gitmiş, o zamanki cumhurbaşkanı Elçibey’in sağ kolu oluvermiş. Karabağ savaşı sırasında Amerikan basınına kan ve barut kokan anti-Ermeni yazılar geçti. Bana olan gıcığından mıdır diye düşünmedim değil.
Darbe olup Elçibey devrildiğinde, Aliyev kuvvetleri bunu ele geçirmeye çalışmışlar; son dakikada bir helikoptere atlayıp canını dar kurtarmış. Ne kadarı gerçektir, ne kadarı filim bilmem. Bir iki sene sonra bu sefer Özbekistan’da bir Türk okulunun müdürü oldu. Sonra oradan da sınırdışı etmişler diye duyduk. Hicran’ı da alıp Wyoming’de babasının çiftliğine dönmüş diyenler oldu, ama kim bilir aslı nedir.
*
HAMİŞ - Wyoming değil Montana imiş. Hicran'la Adana'da değil Ankara'da tanışmışlar. Ayrıca babasının çiftliği yokmuş, tanınmış bir doktormuş. Pardon, hafıza yanıltıyor. Anormal derecede sempatik ve aynı ölçüde tahammül edilmez bir adam olduğunu belirtmiş miydim?