31 Mart 2009 Salı

Kafkacı asteğmen, polis müdürü, Ermeni nalbur

(Agos 14.03.2008)

19 yaşımın yazı. Yunanistan ortalarında para suyunu çekti. Trene kaçak bindim, biletçi geldikçe tuvalete girip saklanıyorum. 5-6 saat öyle gittik, sonunda Serez’le İskeçe arasında bir yerde adam cart diye anahtarı sokup kapıyı açıverdi. Kıbrıs harekâtı yeni olmuş, pasaport da TC: epeyce küfür kâfirden sonra ilk istasyonda trenden atıverdiler, gecenin yarısı.

Jandarmaya gidildi, subay uyandırıldı, gene bir araba laf: “pezevengis” ve “sopa” anlaşılıyor. Pis bir bankoya oturttu, kendi de çenesi kopacakmış gibi esneyerek pasiyans açmaya başladı. Napolyon diye bir pasiyans vardır, ciddi zor. “Bilir misin” dedim. Homurdandı, ama öğretmeme ses çıkarmadı. Yedeksubaymış. Gerçek hayatta Alman edebiyatındaymış, Kafka okumuş. Rilke adı da geçti, ama İngilizcesi öyle kötüydü ki ne demek istedi anlamadım. Bugünkü aklım olsa bir-iki mısra söyleyebilirdim: “Erstaunte euch nicht auf attischen Stelen die Vorsicht menschlicher Geste? War nicht Liebe und Abschied so leicht auf die Schultern gelegt, als wär es aus anderm Stoffe gemacht als bei uns?” Falan filan.

Sabah İskeçe’ye sevkedildim. Demiryolu suçları polisin yetkisindeymiş. Orada ifade verdik. “Param yok, açım” dedim. Müdür beye çıkardılar. İskeçe’nin o zamanlar %80’i Türk; müdür de haliyle mükemmele yakın Türkçe biliyor. Pasaportu evirdi, çevirdi. “Ermeni misin?” dedi. Kafa salladım. “Bak yalan konuşma!” diye üsteledi. “Donumu mu indireyim?” dedim. Güldü. “Seni buradaki Ermenilere götüreyim, onların parası vardır” dedi.

Müdürle omuz omuza, sohbet ederek, İskeçe çarşısına çıktık. Şimdi ne olmuştur bilmem, o yıllarda tam bir Anadolu kasabası: külüstür dükkânlar, esnaf lokantası, cami. Garo Moralyan, nalburmuş. Dükkânın içi tıklım tıkış, zahire çuvalları, zirai ilaçlar, urganlar, nalbant çivileri. Beni kaybolmuş oğul gibi karşıladı. Besili danayı kestirmedi gerçi, ama güzel bir kahvaltı sofrası kurdurdu: peynir, bal, yandaki fırından anasonlu kurabiye. İskeçe’de topu topu on aileymişler. Kızlarını evlendirecek kimse yokmuş. Çıkarıp yirmi dolar verdi. Bir de Gümülcine’deki yebiskobosa vermek üzere bir not yazdı. Uğurladı.

Biraz otobüs, biraz otostop, aynı gün İstanbul’a varmayı becerdim. Garo amcaya parayı iade ettim, iki-üç kez kartpostal da yazdım. Sonra üşendim, öyle kaldı.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

adamsın be sevan dayı.
şimdi bile çoğu insanın götü yemez senin o yıllarda yaptığını yapmaya.

balboncuk dedi ki...

%80 i türk olan bir yerde, on aileden biri olan nalbur garo amcaya götürüyor...
Pezevengis !