18 Aralık 2008 Perşembe

Gence Kaplanı Rasim Beğ

Erivan’da birkaç gün kalıp Bakü’ye geçtim. 1990 Kasım ayı, Sovyetler Birliği daha hayatta ama günlerinin sayılı olduğu belli. Karabağ’da çatışmalar çığrından çıkmış. Sumgait olayından sonra yüzbinlerce Ermeni evini barkını bırakıp Azerbaycan’dan kaçmış. Misilleme olarak Ermenistan’daki Azerilerin terörize edildiği anlatılıyor. İnsanlar gergin, duygusallık had safhada.

Dış dünyadan gelen insanlar o günlerde Sovyet ülkelerinin her yerinde halâ sanki kırk yıldır kayıp akrabaymış gibi karşılanıyor, bağırlara basılıyor. Tiflis’ten tanıdığım bir Azerinin arkadaşının akrabasını aradım, ondan sonra bir ikram, bir izzet, bir sevgi seli ki anlatılır gibi değil. Evlere misafir ediliyorum, sabah, öğlen, ikindi, akşam sofralar kuruluyor, gardaş muhabbeti yapılıyor. Tabii adımın Nişanyan olduğunu bilen yok. Burada anlatması uzun sürecek sebeplerle, pasaportumda da yazmıyor.

Gel seni bizim partiye götürelim dediler. Müsavat Partisiymiş, bizim 70’lerdeki sol dergi lokalleri gibi bir yer. Giren çıkan bellisiz, kül tablaları tepeleme dolu, birtakım esmer ve ciddi gençler harıl harıl inqılab hazırlıyorlar. Duvarda uluyan bozkurt posteri, Türk büyüklerinin portreleri, en büyüğü de Alpaslan Türkeş. Gence halk hareketinin önderi, Gence Kaplanı Rasim Beğle tanıştırdılar. Derhal kanım kaynadı: ötekiler gibi dogmatik bir hayal aleminde değil, hayatı tanıyan biri, halk adamı. Fena halde bizim Ömer Laçiner’e benziyor, hem tipi hem tavrıyla: mütehakkim, inceden alaycı, karşısında zeki birini bulmaktan belli ki o da hoşnut. Uzun süre Sibirya’da hapiste kalmış, şimdi de KGB yine peşindeymiş. Sohbet derinleşti, gece yatıya evine çağırdı. Otelde kalmam olmazmış, ayıpmış. Peki dedim, reddetmek imkânsız.

Evde başbaşa sabaha kadar oturduk. Birinci votkanın dibi göründükten sonra anlattı. Gence’de sekiz mi, onsekiz mi Ermeni “kaybolmuş”, bu olayın sorumlusu olarak yargılanıyormuş. “Doğru mu?” dedim, deştim. İnkâr etti, uzun uzun Ermeni mücadelesinin teorik yönünü izah etmeye başladı. Aslında Kafkasya birliğini savunurlarmış. Esas düşman Rusmuş, Azeri-Ermeni çatışmasını körükleyen de Rusya’ymış. Milli konulardaki tavrı, bizdeki benzerlerine oranla şaşılacak kadar medeni ve esnekti. Ne de olsa bizdeki gibi 70 sene beyinlerine faşizm kazınmamış, hem Ermenilerle iyi kötü içiçe yaşamışlar: kasabanda her gün rastlaştığın adamı “şeytan” saymak zordur.

Anladı mı bilmiyorum. Ben olsam anlardım, gözüm kaşım tavrım öyle kolay kamufle edilecek şeyler değil. Ama anladıysa da bozuntuya vermedi. Sabah öpüştük koklaştık ayrıldık.

*

Ertesi gün Bakü radyosunda röportaja çağırdılar, Erivan izlenimlerimi anlatayım diye. Stüdyoda beş altı tane genç kız, cıvıl cıvıl, etrafımı sardı. Bir tanesi hiç vakit kaybetmeden konuya girdi. “Aa, İstanbulluseen? Zenginseen? Benle evlenirseen?” Kem küm ettim, kaçtım.