19 Eylül 2008 Cuma

Ermenistan İzlenimleri

Kimlik çakışması

Arsen’le bana evsahibi takım tribünlerinden bilet vermişler; bilerek mi, yanlışlık mı belli değil. Maç öncesi heyecan dorukta, yirmibin taraftar “Hayastan!” diye yırtınıyor. Öbür tarafta Türklere ayrılan tribün boş, yüz kişi ya var ya yok. Arkadaşlar orada, güvenlikten rica ettik, polis barikatını aşıp onların yanına geçtik.

Genç Sivillerin 12 kişilik mangası televizyon ekiplerinin ilgi odağı olmuş. “Sınırsız dostluk,” “Teşekkürler Gül,” “Arda topu Sarkis’e at” pankartları açılmış, Türkiye ve Ermenistan bayrakları sallanıyor. Yerel televizyoncuların sorularını tercüme etmek bana düştü. Dostluk ve barış mesajları verildi. Gene de içimde coşku yok: çift bayrak da olsa, bayrak sallamak bana göre değil. Barış ve dostluk? Ulusların dostluğundan bana ne! Ulusların dostluğuna inanmak için uluslara inanmak lazım.

Beri yanda 50-60 kişilik TIR şoförleri grubu, büyük bir Türk bayrağı açmışlar. Birinci golden sonra cesarete geldiler, “En büyük Türkiya!” diye coşmaya başladılar. Sigara istemek bahanesiyle onların arasına karışıp oturduk.

Cep telefonum çaldı. Hapisten tanıdığım Susurlukçulardan biri, televizyondan görmüş, Sevan Abisinin hatırını sormak istemiş. Kimi tuttuğumu sordu. “Tabi bizimkileri” deyip topu taca attım. Gülmekten kırıldı.

Maçtan sonra güvenlik nedeniyle bir süre tribünden çıkmamıza izin vermediler. Ortam dostça, karşılıklı şakalar yapılıyor. Polislerden biri Ermenice bildiğimi görünce bana gelip sordu, hepiniz Türkiye Ermenileri misiniz diye. “Benden başka Ermeni yok galiba” dedim. Hayretle kafa sallayıp gitti.

[[Resim: Genç Siviller Madenataran önünde.]]

Soykırım Müzesi

Gruptan birkaç kişi Soykırım Müzesini görmek istedi. İngilizce ve Ermenice rehberlik varmış, Ermenice istedik. Rehberimiz Şuşanik, şeker bir kız. İlk kez bir Türk grubuna anlattığı için heyecanlı.

Çevirmen gene benim, yorum katmadan her söylediğini aktarıyorum. Sıra 1909 Adana olaylarına geldi. Katliamı Genç Türkler organize etmişler, 30.000 kişi öldürmüşler. Burada yanlışın var dedim, Adana olayı İttihatçılara karşı bir ayaklanma olarak başladı. İttihatçı hükümet olayları bastırmaya çalıştı, hatta Türklerden 30-40 kişiyi astılar. Şiddetle itiraz etti, 1915’in canileri 1909’da suçsuz olabilirler mi? Mantığın alacağı şey mi? Tam öyle, diye sürdürdüm. İttihatçıların Adana’dan sonra Ermeni meselesinde tavır değiştirmesi, çok az üzerinde durulmuş bir enteresan konu. Belki de 1915’e giden yolun en mühim dönüm noktası.

Bizimkiler sabırsızlıkla çeviri bekliyorlar: Hayrola Sevan Bey tartışma mı çıktı? Onlara konuyu özetledim. Bu sefer Şuşanik üzüldü. “Keşki aramızdaki görüş ayrılığını onlara yansıtmasaydın” dedi.

Turdan sonra sohbet ettik, ne iş yaptığımı sordu. Oteli söyledim. Nişanyan diye otel adına izin veriyorlar mı diye hayret etti. Yirmi sene önce kimse aklından geçiremezdi, ama şimdi rahat dedim.

Ayrıca g.. ister diye belirtmedim.

Ermenistan’ın en güzel küçük otelleri

Daha Türkiye’deyken birkaç kişiden duymuştum, Tufenkian adlı bir Amerikalı Sevan Gölü kıyısında harika bir küçük otel kurmuş, tam bizim seveceğimiz türden bir yermiş. Mutlaka gidile!

Sorduk soruşturduk, gölün ıssız Doğu yakasında, Tsapatagh diye kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeymiş. Yerlilerden kime sorduysak Tsapatagh’ı bilen yok. Sonradan iş anlaşıldı. Meğer Tsapatagh’ın bilinen adı Kızılkend’miş, değişmiş. Azeri köyüymüş, 92’de boşaltılmış. İmroz’daki Rum köylerini anımsatan bir lanetlenmişlik duygusu, girer girmez insanı vuruyor.

Otel güzel. Yerel mimariye uygun, detayları dürüst ve kusursuz. Enfes kilimlerle donatılmış, araya müzelik çanak çömlek serpiştirilmiş. Ekip iyi eğitilmiş. Belki biraz fazla North American. Trendy.

Daha sonra Dilican’da Tufenkian’ın yeni otelini gördük. İnşaat sürüyor, daha açılmamış, ama şimdiden Dilican’ın avuç kadar tarihi mahallesine damgasını vurmuş. Güzel bir bina, eskiden han yahut hangar gibi bir şeymiş. Sanat atölyeleri, lavaş fırınları, tandırlar, ahırlar, halı tezgâhları: idealize bir geçmişi yeniden canlandırmak için servet harcanmış.

Restorana buyur ettiler. New York’un en sofistike mekânlarına yaraşır bir sadelikte: şık. Menüde rahmetli anneannemden bildiğim antika yemekler. Erikli kuzu külbastı. Harisa, yani keşkek, robotta değil havanda dövülmüş. Maraş kebabı. Rezeneli turşu. Tarhun otu. Taze kişniş. Aşure.

Ülkenin her yerinde güzel yemek yedik, ama en güzeli kesinlikle buydu.

Diaspora

Garni’deki antik tapınakta Arsen’le resim çekmeye çalışıyoruz. Yaşlıca biri yanaştı, Türkçe duyunca hayret etmiş, Türkler de mi geliyor buraya diye. Ağır Adana-Antep ağzıyla kusursuz Türkçe konuşuyor.

Hoş beş, hayat hikâyesi faslı başladı. Adanalıymış (“ailem” değil, kendisi). Lübnan’da doğup büyümüş. Orada aile içinde hep Türkçe konuşurlarmış. 46’da kalkıp anavatandır diye buraya göçmüşler. Üniversitede okumuş, maden mühendisi olmuş. Ermenistan’ı hiç sevmemiş. Buranın halkı yabaniymiş. Lübnan’dan, Halep’ten, Suriye’den gelenlerde kültür varmış, nezaket varmış. Tiyatroya giderlermiş, silindir şapka takarlarmış, buradakilerde külakh’tan başka başlık yok. Batılılara “aghparlar” diye isim takmışlar, çok eziyet etmişler. Zaten gelenlerin çoğu 91’den sonra kapağı Avrupa’ya, Amerika’ya atmış. Kendi de 38 yıl önce Kiev’e gitmiş. Orada kafe işletiyormuş. Halinden memnunmuş. Yanında oğlu ile gelini vardı. Kız sarı kafalı, mavi gözlü, aralarında Rusça konuşuyorlar. Buradan Geğard manastırına gidip mum yakacaklarmış.

Onlardan ayrıldık, bir başkası yanımızda bitiverdi. Cüsse, bıyık, Diyarbakır işi. Türkçe konuşmamız ilgisini çekmiş. Kendi de Kürdistan Ermenilerindenmiş. Zaho’luymuş. Körfez Savaşında orada işler zorlaşınca Bağdat’a göçmüş. İki yıl önce de kapağı Ermenistan’a atmış. Sohbeti bizim Ermeniceye çevirince iyice rahatladı. Cümle içine “tamam”lar “babo”lar karışmaya başladı.

Suvenir dükkânında car car Türkiye Ermenicesi konuşan 5-6 kişilik bir grup; hallerinden belli, ya Amerikalı ya Kanadalılar. Onlarla da tanıştık. Toronto’lu çıktılar. North York, Don Mills, hangi cadde, hangi sokak derken, aa! annemin eski apartman komşusu! Adresler alındı, selamlar iletildi. Öğleden sonra onları da Geğard’da mum yakarken gördük.

[[Resim1: Adanalı baba oğulla Garni’de.]]

Kutsal topraklar

Goris’teki otelin sahibine bir günde üç manastır gezdiğimizi anlattık. Yüz tane görsen bıkmazsın dedi. Haklı.

Ülkenin üzerinden Sovyet rejimi tank gibi geçmiş. Bir tür medeniyet getirmişler, doğru. Her yerde heybetli kamu binaları, düzenli sokaklar, birörnek kolhoz köyleri yapılmış. Adım başı sosyalist heroizmin anıtları: saldırgan, ama en azından bizdeki beton mustafalardan iyi. Sistem belli ki kısa bir süre işlemiş de. Sonra çarklar durmuş, her şeyin üstünü gri ve kasvetli bir toz örtmüş.

O tozun örtmediği yer manastırlar. Her biri bir ıssız dağın başında, insanın tanrıyla – ya da kendi ruhuyla – yalnız kaldığı yerler. Dünyanın pek az yerinde benzeri olan bir mimari kusursuzlukla inşa edimişler. Hepsi aynı ruhun eseri,ama hiçbiri diğerinin aynı değil. Etrafta sükûneti bozan hiçbir şey yok, ne turist otobüsleri, ne bilet, ne levha, ne satış standı, ne otopark ücreti, ne terbiyesizce “restorasyon” gösterileri. Sınırın berisindekiler gibi vahşet izleri yok, ama Batı’nın kibar cilası ile de (henüz) kirlenmemişler. Bin yıldan beri değişmeden oradalar.

Beş günde on mu, oniki tane mi ziyaret ettik, unuttum. Khor Virap: Ağrı’nın tüyler ürpertici kütlesine karşı yapayalnız; üç beş aile gelmiş, kurbanlık horoz getirmişler. Noravank: bir çalımla dağın üstünde dikilmiş, sarışın. Gndevank: kaç yüz yıllık ceviz ağacının kuytusunda, yosun kaplı, büsbütün sessiz. Datev: aşılmaz bir vadinin sonunda, sisle bulutun karıştığı yerde. Üç tane gençten papaz, kendi başlarına mezmur söylüyor; tek başına bir Alman kadın, birkaç gündür buradaymış, resim yapıyor.

Dadivank: ormanın en ıssız yeri, yanından deli bir dere akıyor. Goşavank: kusursuz bir Karadeniz köyünün kucağında, başka bir dünyaya açılan kapı. Hağardzin: ormandaki tüm ağaçlar dilek bezleriyle donatılmış. Birkaç kişi mum yakmaya gelmişler, üçü Fransa’dan, biri Uruguay’dan. Marmaşen: bozkırın kovuğunda umulmadık bir vaha; çobanın biri koyunları salmış, kitap okuyor. Yereruyk: daha eski çağların anılarını taşıyan bir Asya tapınağı.

Buraların tanrısı öyle kitapla, kanunla, öğütle, ayıpla gelen bir tanrı değil. Yer tanrısı: yerin kendisi kutsal.

[[Resim2: Goşavank.]]

Hiç yorum yok: