Herkes bilir, Ağbak’taki Surp Partoğomyos kilisesi askeri bölgededir. Bunca yıldır kimse girip gezememiş, resim çekilmesine izin verilmemiştir. Biz gene de şansımızı deneyelim dedik. Başkale’den İran sınırına giden yola girdik. Yeni adı Albayrak, tabii, ne olacak. Dağlık yerler.
Kapıdaki asker “yassak” dedi. “Komutanına haber ver!” dedim, tartışılmayacak bir tonla. Kıdemli Jandarma başçavuşmuş, çağırdı, gittik. “Güvenlik” dedi, “vatan savunması” dedi, elin Ermenisinin cüretine biraz da şaştığını belli ederek. Osmaniye’liymiş. “Osmaniye nasıl Osmaniye olmuş bilir misin?” dedim. Tabii bilmezmiş. Kozanoğlu isyanını, Derviş Paşa’nın Fırka-i Islahiyesini anlattım. Türkmen aşiretlerinin nasıl Gâvur Dağında avlanıp düze iskân edildiğini anlattım. Osmaniye, Islahiye, Hassa adlarının ideolojik anlamını irdeledim. Ağzı açık dinledi. Çay söyledi. “Kilisede hazine varmış diyorlar” dedi. Alın teriyle kazanılmamış paradan kimseye hayır gelmediğini söyledim. Hak verdi. Madem buraya kadar gelmişiniz, bari gezdireyim dedi.
Okkalı bir höyüğün tepesinde, 11. Yüzyıldan kalma dev boyutlu bir katedral. Çatısı göçmüş, duvarlarda büyük gedikler açılmış. İçine siperler kazılmış, havan topu bataryaları yerleştirmişler. Bütün ovaya, etraftaki dağlara hakim bir yer. Eskiden her gece dağlardan taciz ateşi açarlarmış. Bunlar da cevap verirmiş. Top menzili bilmemkaç kilometreymiş. Sabaha kadar sürdüğü olurmuş.
Fotoğraf çekmemize bir şey demedi. Yalnız, giderken, bunları bir yerde basma başım derde girer dedi. Öpüştük, ayrıldık.
Yıllar sonra bir gün Şirince’de bahçede çalışıyorum, bir adam çıkageldi. “Beni hatırladın mı?” dedi. Osmaniye deyince hatırladım. O günden beri aklından çıkmamış. Osmaniye tarihini araştırıyormuş. Kitap nasıl yazılır, nasıl yayınlanır, bilgimden istifade etmek istermiş. Oturduk biraz sohbet ettik. Kahve yaptım. Cevdet Paşa’nın Maruzat’ının fotokopisini çektirip verdim. Gerçi epeyi ağdalı Osmanlıca’dır, ne kadar anladı bilemem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder