12 Mayıs 2012 Cumartesi

Osman Amazonlarda kayboluyor


İquitos’ta ayrıldık. CB ile ben Amazon’dan aşağı Leticia’ya ineceğiz. Oradan Bogota’ya, sonra da memlekete uçacağız. Osman’ın dönüşü Quito’dan, onun için Ecuador’a geçmesi lazım. İki gün sonra New York’ta buluşacağız. Yol boyu pasaportlarla cüzdanı ben saklamışım, Osman’a güven olmaz çünkü. Teslim ettik, sıkı sıkı da tembih ettik dikkat et sakın kaybetme diye.

Biz kazasız belasız döndük. Dört gün geçti, on gün geçti, Osman’dan haber yok. Eyvah, Kızılderililere yem oldu bu adam! Bir yandan da kendimizi avutuyoruz, Osman’dır, bulmuştur bir saçma hikâye gene. Aylardır hesabı ödenmediğinden telefonumuz kapalıydı, istese de bize ulaşamaz. Cep telefonunun keşfedilmesine daha onbeş sene var.

İki haftanın sonunda eve polis geldi. Osman Kavala diye birini tanıyor musunuz? Hiii, evet! Gözaltındaymış. Kefaletle teslim almak için lütfen La Guardia havaalanına gidiniz. Gittik. Karakol köşesine büzüşmüş, üstünde pis bir atlet şort, ayağında beş numara küçük tokyolar, Osman’ı bulduk. O zamanlar Florida ile New York arasında dolmuş uçakları var, bileti uçağa bindikten sonra alıyorsun. Seninki beş parasız buna binmiş. Cüzdan desen yok, kimlik de yok. Uçaktan aşağı atacak halleri yok elbet, polis nezaretinde getirmişler.

Hikâyesi o kadar saçmaydı ki, ne kadarına inanacağımızı bilemedik.

İquitos Peru’nun en belalı yeri. Bizden ayrılmasının üstünden daha bir saat geçmeden pasaportu çaldırmış ister istemez. Onsuz Ecuador’a geçemez, ne yapacak? Elbet Türk konsolosluğu vardır deyip başkent Lima’ya gitmeye karar vermiş. Iquitos, ayrıca, dünyanın karayolu ulaşımı olmayan tek büyük kenti; uçaktan başka çıkışı yok, ya da kanoyla cangıla dalacaksın. Uçak dediğin de, her kasabada dur kalk yapan posta tayyaresi, biletin varsa koltuklu, yoksa ayakta uçarsın hindiler ve patates çuvallarıyla birlikte. İşte bunlardan birine, biraz rica, biraz bahşiş, kendini sokmayı başarmış. Lima’ya varmış ki, heyhat, Türk misyonu filan yok. En yakını Venezuela’da, kıtanın öbür ucu.

Ecuador elçiliğine gitmiş, haline acıyıp eline bir belge vermişler. Onunla kalkıp 24 saat otobüs yolculuğuyla Quito’ya geçmiş. Oraya vardığı gün cüzdanı çaldırmış. Başvuru için İçişleri Bakanlığına gitmiş, üstelik o gün milli bayram, bakanlık kapalı, ama bir şekilde içeri girmeyi başarmış. “Sen nereden çıktın,” diye bunu gözaltına almışlar, doğru Quito Cezaevinin Gringolar koğuşuna! Bir hafta orada kalmış, bit, pire her türlü haşeratla tanışmış.

Çıkınca Amerikalılara gitmeyi akıl etmiş. Onlar sağ olsun, okulundan kimliğini teyit etmişler, eline bir seyahat belgesi vermişler. Binmiş Miami’ye gelmiş.

Miami’de para yok, karnı aç. Dolmuş uçakları eyaletin kuzeyindeki Jacksonville’den kalkıyor, 350 mil mesafe. Mecbur, otostop yapmış. Çok sevimli bir adamın arabasına binmiş. Adam, gel seni gençlerin sabaha kadar alem yaptığı plaja götüreyim demiş. Orada anlaşılan durumlar biraz karışmış. Sabah uyanmış ki adam yok. Giysileri de yok. Son kalan birkaç kuruşu da yok. Amerikalıların verdiği kimlik kâğıdı da yok. Can havliyle oradan bulduğu bir tişörtle terlikleri giymiş. Bir şekilde Jacksonville’e ulaşmış. Kendini uçağa atmış.

*
Bundan birkaç ay sonra aniden babası öldü. Osman apar topar Türkiye’ye döndü. Memleketin en büyük şirket gruplarından birinin başına geçti.

New York’tayken bulaşmadığı devrimci hareket, katılmadığı anti-emperyalist eylem kalmamıştı. Dönmesinden aylar sonra şöyle telefon görüşmeleri olmaya devam etti:

- Alo, biz Güney Afrika Devrimci Halk Kurtuluş Kongresi.
- E?
- Cumartesi günü protesto yürüyüşü var. Filistin Devrimci Sosyalist Grubu da katılıyor. Osman arkadaşı tertip komitesine alacağız.
- Maalesef Osman Türkiye’de.
- Amanin! Tutuklandı mı? İşkence görüyor mu?
- Yok. Türk Hava Kuvvetlerine F-5 uçağı satıyor galiba.
-Öh.


3 yorum:

Ş.Yakut dedi ki...

çok hoş bir makale olmuş tebrikler

mekan dedi ki...

Sevan Bey hayranlıkla yazılarınızı okuyorum. Tebrikler...

mekan dedi ki...

Teşekkürler Sevan Bey, yazılarınızı okumak büyük keyif.