21 Kasım 2008 Cuma

Hiram Abas

New York’taki Türk konsolosluğundan 15 gün süreli uyduruk bir pasaport verdiler, kalktım memlekete döndüm, kalbim pır pır. Havaalanında sivil bir görevli karşıladı, arkalarda bir odaya götürdü, kimlik tesbiti, hafiften sorgu. Yanında gençten sevimli bir kadın, sessiz oturuyor. Sanırım standart prosedür: sorguya çekilen kişi ürkmesin, rahat hissetsin diye yanlarında bir kadın bulunduruyorlar. Elkitabında yazıyordur.

İki-üç ay kadar belli aralıklarla sorgu sürdü. Eve gitmeme izin verdiler ama gözetleme altında olduğumu da özenle hissettirdiler. İstanbul Valiliğinin alt katında garip, metruk yerler var, kaybolsan izin bile bulunmaz. Bir iki defa oraya aldılar, ama sair zamanda kafeteryada, kebapçıda oturup “sohbet” ediyoruz. Sivil arabayla birkaç defa bir yerlere gittik, trafik polisleri selam duruyor.

Ocak ayında bir gün “büyüklerimiz de seni sorguya çekecek” dediler, telaş içinde. Arabaya binildi, gözlerimi bağlayıp yere çömelttiler. Anladığım kadarıyla Boğaz köprüsünden iki veya üç kere geçtik. Bahçe içinde karanlık bir eve girdik. Gözbağını çıkartmadan, bir çömeltip bir yürüterek alt katlarda bir hücreye aldılar. Kemerimle bağcıklarımı çıkarttırdılar, cebimdeki her şeyi de “eğer çıkarsan geri veririz” deyip aldılar. Kilit kelime, “eğer”.

İki saat gözüm bağlı bekledikten sonra sorguya alındım. Penceresiz büyük bir oda, ortada tahta bir sandalyede ben, aynen filmlerdeki gibi, karşımda iki sorgucu. Biri belli ki kötü polis rolünde, aptal aptal laflar edip beni kışkırtmaya çalışıyor: “Asalacısın hadi itiraf et, pişmanlık yasasından faydalan.” Öteki az konuşuyor, ama yüzüne bakar bakmaz görülüyor ki zeki ve mütehakkim biri, makamdan değil kişilikten gelen otoriteye sahip; rafine Türkçe konuşuyor. “Bu adamla aramızda sınıfsal dayanışma var, bundan bana zarar gelmez” diye düşündüm. Rahat olmaya karar verdim.

Kaç dil bildiğimi sordu, her birini uzun uzun ayrıntılı olarak deşti. Seyahatlerimi sordu, özellikle Güney Amerika üzerinde durdu. “Ermeni milliyetçisi misin?” dedi. Milliyetçiliğin her türlüsünün ahmaklık olduğunu düşündüğümü söyledim, Türkiye’den örnekler vererek. Atatürk? Atatürk milliyetçiliği denen şeyin birleştirici ve insancıl bir ideoloji olduğunu düşünmediğimi söyledim, açık ve net. “O zaman sen masonsun” dedi. Hadi, çattık belaya, kominist değilsen asalacı, asalacı değilsen masonsun! Valla billa değilim dedim, inandırıcı olmaya çalışarak. Hatta masonlara dair atıp tuttum, kıt bilgimle.

Peki dediler, sen git askerliğini yap. Dönüşte görüşürüz. Askerde tabii başımıza başka belalar geldi, hapislere düştük, gazetelere çıktık. Dönüşte bir daha ne aradılar, ne sordular.

*

İki sene sonra hayret verici bir şekilde bütün gazetelerde MİT müsteşar yardımcısı Hiram Abas’ın fotoğrafı çıkmaya başladı. Kültürlü sorgucumu derhal tanıdım. Birkaç ay sonra da sokak ortasında vurup öldürdüler. Yıl 1990.

“Hiram” adının ne anlama geldiğini o zaman da farketmedim. Jeton birkaç yıl sonra Mehmet Eymür’ün kitabını okuyunca düştü. Meğer “buradan sağ çıkmam herhalde” dediğim sorgu bir çeşit iş mülakatıymış. Mason değilim diye yırtınmama çok gülmüşlerdir herhalde.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Çok güldüm ya ağzınıza kaleminize sağlık Hiram Abas konusundada aynı fikirdeyim sizle ne olursa olsun kalite bir adamdı.